2.11.2010

remember me

çok telaşlardayım bilog. haypodum bozuldu. garantinin bitmesine de üç gün var. ayı gibi telaşlıyım. annecan garantisini gönderdi şimdi geldi, yarın bu stresle beşiktaş yollarında kardeşler iş hanı arıycam. çok korkuyorum. ya haypoduma veda etmek zorunda kalırsam? of sıçtık ya.

o değil de benim yeteri kadar romantik olmadığımdan dert yanan bi sevgilim var. çokomik değil mi bi erkeğin bunu söylemesi? bence öyle. ama cidden farkettim ne zaman ciddi bi özleme sevme muhabbeti geçse, ben hemen komikli şakalı bişeyler yapıyorum. ciddiyete gelemiyorum galiba nebliyim.

ama o çocuğun ellerinde bi sihir var. bozuk aypodları düzeltiyor.
bozuk kalpleri de.

31.10.2010

everybody here wants you, jeff.


    "the smell of the bed when I knew what she'd done" ne demek çocuğum ya?

özeleştiri güzel bir şeydir. öyle.

düşünmem gerektiği uzuuun uzuun söylenince oturup beyin fırtınası yaptım. doğru mu buldum bilmiyorum ama ulaştığım sonuç şu: karşımda henüz tanımadığım daha doğrusu tanıma aşamasında olduğum bi insan olunca ben o insan hakkında sanki onu tanıyormuşum gibi kararlar veriyorum. genelde tutmuyor tabiğ bu atmasyon hükümler. "ben öyle düşünmemiştim ki" diyor. e haklı. tanıyor musun da biliyorsun ne istediğini?

he bi de şey var tabiğ. karşımdaki de sanki beni yıllardır tanıyomuş gibi, ne düşündüğümü ne istediğimi şıp diye bilsin, bana söyletmeden istediğimi yapsın istiyorum. böylesine de aptalım. ne güzel yapmışım fırtınayı he. kasırga gibin. (mükemmelim, kendimle barışığım mesajı içeriyor bu satırlar. oh yeah.)

tüyap bokum gibi bi yer. hiç kusura bakmayın öyle. böylesine sikko bi olay yok dünya üzerinde. hiç bi gezegende yok. saatlerce sıra, kitap, kitap, kitap... tağam tağam kitap dünyanın en güzel şeyi de hepsini alamıyosun lan çok koyuyo. üzülüyosun aklın kalıyor felan.

fırat çok güzel bişey ama bence. elinde salçalı ekmeği de var. mis gibin. tuğbik çok sevindi.

bişey söyleyip gidicem. hayvan gibi özledim. böyle.

28.10.2010

the stoning of soraya m.


Böylesine erkek egemen bir toplumda, islamiyetle gözleri kör olmuş bi avuç insanın, bir kadına yaşattıkları Soraya'yı Taşlamak. Kocası denilen adamın 14 yaşındaki bir kızla evlenmek için, sırf Soraya/Süreyya'ya nafaka ödememek uğruna, yıllardır ona yoldaşlık yapmış, dört çocuk vermiş kadını bile bile ölüme götürmesidir. bir iftirayla. Tüm bunların bir senaryodan ya da hayalgücünden ibaret olmadığını bilmek buruyor insanın içini. Ya da yanılıyorum bu bi hayalgücü. o iğrenç, insafsız insanların hayalgücü olabilir mesela. çünkü başka kimse böyle canice bir şeyi icat edemezdi.

"recm edilmek ".

burda bir iki spoiler vermeliyim. adamın oğullarına söylediği şu söz; "Bu dünya erkeklerindir. Bunu sakın unutmayın." belki de filmin anlatmak istediğini özetleyen cümle.
soraya'nın ağzından dökülen sözler; "bunu bana nasıl yapabildiniz? bunu herhangi bir insana nasıl yapabildilniz?"
ağlamayacağına yemin etse de oğlunun attığı, tam alnına gelen taşla hıçkıra hıçkıra ağlaması..

filmden sonra hiçbir şey hissedemiyorsunuz. çünkü yine aynı boşlukta buluyorsunuz kendinizi. bilinç boşluğu. elleri kolları bağlılık. sanki diz çöküp elleri bağlanan, yarısına kadar gömülüp taşlanan sizmişsiniz gibi.
freidoune sahebjam gibi insanların yaptıkları bile bir yere kadar diyorsunuz.

27.10.2010

imagine there's no country

ben bugün düşünmekten iki kilo iki yüz gram verdim. ha bi sonuca ulaşabildin mi desen, ulaşamadım.

ama şimdi soruyorum. bizi mutsuz eden bilinçliliğimiz değil mi? eğer bilinçsiz bi insan olsam derdi geçim sıkıntısı, öss, sevgili ilişkisi vb. olan bi insan olurum ama mutlu en azından huzurlu ölürüm. peki hayattaki sorunların, açlığın, savaşın, köleliğin, zorbalığın farkında, bilincinde olarak yaşamanın ve aynı zamanda mutlu olabilmenin yolu ne? madem hayatta bunlar var ben neden kendimi amelie izleyerek kandırıyorum? ya da neden küçük prens'in cemal süreya çevirisini bulmak benim için bu kadar önemli oluyor?

bütün bunları benden üstün bilir-bilinçli kişiye anlatsam, bana bütün bunların bilincinde olmamın, beni sorumluluklarının bilincinde, daha adaletli, daha vicdanlı ve daha iyi bi insan yaptığını söyler. ama sonra? benim daha vicdanlı, adaletli ya da iyi olmam neyi değiştiricek? açlık mı bitecek ya da savaş mı duracak? evet bana bilinçli bi neslin gelişmesinden bahsedebilirsiniz belki ama nerde o nesil? ben inanmıyorum buna. benim neslim bilinçli yetişmiyor. dahası benden sonraki nesil çok daha bilinçsiz.

"eğer bir şeyleri değiştirmek istiyorsan kitlesel bi ayaklanma yaratmalısın" dedi bana. "bu da, dünya toprakları ülkelere bölündüğü sürece imkansız" dedi. ne yani "imagine" mı o zaman? dünya vatandaşlığı konusuna hiç girmek istemiyorum.

bi başkası da dedi ki; "bütün bunların bilincindeyken mutlu yaşamanın tek yolu sanattır." işte o zaman güldüm halimize. yetişkinlerin haline. her kötülüğün farkında, ama değiştiremeyeceğinin, daha iyi bir düzen kuramayacağının da bilincinde olarak, hergün işe gidip gelip, mutluymuş gibi davranarak yaşayıp gidiyor. ya da muhteşem bi sanat eseri koyuyor ortaya. ama bunun hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilerek. gözleri bağlı gibi. boşuna çırpınıyor gibi.

tekrar söylüyorum ki, benim bir çözüm yolum yok. sadece düşünüyorum.

12.10.2010

2 ekim 2010

sevgili küçük prens,

şimdi nerede olduğunu bilmiyorum. ince bir yılanın narin bedenine bıraktığı zehirle, beni ve aramızda bir bağ bulunduğuna inandığım birçok insanı bu sivri gezegende bırakıp gittin.

bu sonu her düşündüğümde, eski deniz kabuklarına üzülmenim ne kadar saçma olacağını düşünerek avutuyorum kendimi. sayende gülen yıldızlarım, ne halde olduklarını merak ettiğim bir çiçeğim ve koyunum var. artık insanların beni evcilleştirilmesine izin vermek istiyorum. çünkü birbirimiz için eşsiz olmanın en gerçek yolu bu. seni kimsenin tanımadığı bir yönden tanımak için bütün çabam. özellikle seni somutlaştırmaya, bir bedene hapsetmeye uğraşan büyükler varken bunu yapmak çok zor. sen, bir bedene sığması mümkün olmayan bir düşüncesin. aradığım, inanmak istediğim, özlediğim şeyin beden bulması, koşması, acıkması mümkün değil. Antoine'ın dilinden dinliyorum seni. bir sesin yok. bedenini burada bırakmış küçük bir çocuksun sadece.

bana, davranışların arkasında yatanı görmeyi, sözlere değil yapılanlara bakmam gerektiğini öğrettin. seninle eminim ki; insanı mutlu eden şey evcilleştirilmek. birgün, gönlümüzce yürüdüğümüz bir su kaynağının başında buluşmak üzere.

19.09.2010

tamam. gitmeden önce bişey yazıyım istedim.

salonda kanepede yatıcaktım bu akşam. anneannem bizde kaldı diye. annem beraber yatalım diye tutturdu. babam da diğer kanepede yatıcam diye. ailecek salonda uyuyoruz bu akşam. son saatlerini benimle geçirmek istiyorlar. sinem de mesajlarda duygusala bağladı. sevmiyorum bu durumu.

burda geride bırakmak istediğim çok şey var. bütün bir yaz olmasa da, büyük bir bölümünü unutmak iyi gelebilir.

yarın otogara bakış açımızı değiştirme günü. ve bir de paranoyadan kurtulma.